20081229

yıldız haritası kaydı, dilek tut.

"Alman bilim adamlarının hesabına göre 6.7 milyar insanın burcu değişti." hesaba bak. alman bilim adamları, isveçli bilim adamlarından daha aylak çıktı. gerçi bilim adamı diyince nedense hep aklıma, yıldız teknik üniversitesi tarafından, sağlamlığı üzerinden grayder geçirilerek test edilen borular geliyo. akara kukarayla para kazanan medya sektörü, bilim adamlarına duyduğu haset yüzünden planlı şekilde imaj zedelemeye çalışıyo olabilir mi acaba?

durup dururken boğa burcu olmuşum ben de. dengeli ve inatçı bi insanım artık. eskiden burçdaş bildiğim bi ünlü vardı o da bülent ecevit. artık şekspirle, freudla, picassoyla burçdaşım.

o değil de, bu haberin sebebi harika. "bugün kullanılan burçlar kuşağı, yaklaşık 2200 yıl önce dünyadan bakıldığında dünyadan görünen güneşin 12 takımyıldızına göre yer aldığı konuma göre hesaplanıyordu....ancak antik astrologlara göre güneş dünyanın çevresinde dönüyordu. Yani teorileri daha baştan hatalıydı." yıl: ~MS 2009

bugün bir yerden gelecek parayı beklemektense iş hayatımda atak olmam gerektiğinin farkına vardım sonuç olarak. sağol düseldorf üniversitesi, sağol posta, sağol rezzan.
herhangi bir linke (misal bi haberdeki okuyucu yorumlarına) tıklayınca yeni bir sekmede açılıp da browserın boyutunu değiştiren sitelere kıl oluyorum. soğuyorum o sayfalardan.
"mr. kamburiğyn man"
elti

20081220

1976 türkiye güzeliymiş bu hanımkız. benim için internette fütursuzca dolaşmanın bi ürünü. abinin direk gövdesi erekte olmuş. güzelimiz durumdan habersiz şekilde kameranın arkasına bakıyo ama soldaki teyze herşeyin farkında, tırsmış, kaçızlamak üzere.

20081219

n81

aha da mobil oldum ben; bu da cepten ilk blog entrim oldu. Vatana millete hayırlı uğurlu olsun!

20081215

süpırstişın

annem çok söylerdi zamanında: "el ve ayak tırnaklarını aynı zamanda kesme, mutlulukla hüznü aynı anda yaşarsın" diye. dinlese miydim napsaydım? gerçekten hiç hoş bişi değil. halihazırda ruh hali saniyeler içinde değişebilen bi insan için hele...

ne içtiyse...

bu arada ibrahim kesin takılmaya başladı ordu'da. belli ki kafası çok acayip. anlaşılamayan bi dilde konuşmaya başlamış. selçuk söylediydi bu adam gizli gizli takılıyo diye de inanmadıydım zamanında. çok karanlık bi adam bu çoook.

bayram seyran

bayram ziyaretleri gerçekten çok acayip sosyal deneyimler. söz konusu olan çok sıkışık bir zaman dilimi ve özellikle yaşlıların evine bu sıkışık zaman diliminde uğrayan insan sayısı sosyal açıdan pek de sağlıklı değil. bir giriyorsun eve bir sürü tanımadığın insan, normalden çok daha şık giyinmiş bir şekilde minnacık bi odada dip dibe oturuyo. hele ki içlerinde "cana yakın" insanlar mevcutsa, bir de tanımadığın insanlarla şap şup öpüşüyorsun. ardından başlayan süreç ise gerçek anlamda korkutucu. bir sürü farklı yaştan, farklı kültürden, farklı çevreden insanın ortak konular üzerinden muhabbet etmeye çalışması süreci. hele ki aralarda yaşanan sessizlikler, değme gerilim filmine ders verecek nitelikte.

bu ortak nokta bulma çabaları genellikle gündemden potbori şeklinde geçiyo. misal bu bayram yemekteyiz programı revaçtaydı, sadece geçmesi için geçirilen ziyaret zamanı içerisinde baya bi yer doldurdu. ikramlar esnasında yapılan yemekteyiz esprilerini anmak bile istemiyorum.

bu ortak muhabbeti oluşturan konular 3.-4. bayram ziyaretinden sonra insana kabus niteliğinde dejavular yaşatmaya başlıyor ki bu da ayrı bir işkence. bir müddet sonra etrafındaki insanların hepsinin numara yaptığını zannetmeye başlıyor insan, aynı replikleri başka sahnelerde tekrarlar gibi görüyosun aile fertlerini. ('all the world’s a stage, and all the men and women merely players' diyip de günümüz berklerine meriçlerine balık tutmayı öğreten şekspiri bu bağlamda düşüneceğimi hiç sanmazdım.)

ufak bir tüyo: evde bir evcil hayvan ya da ufak bir bebek varsa ortamı acayip rahatlatıyor. sessizlik mi oldu ver elini agucuk gugucuk.

20081207

mutsuzluk/tu

kulağın ta içine giren kulaklığım bozuldu. zaten çok yampiri bişeydi, belliydi bozulacağı. gittim yeni bi tane aldım. bu sefer kulağın ta içine girmiyo, bu durum rahatsızlık veriyo. şundan 2-3 ay önce diğer durum yüzünden mutsuzken, bu sefer tam tersi beni mutsuz etti. ama o da geçti, bu yeni kulaklığa da alıştım. eminim ki şimdi kalkıp farklı tip bi kulaklık alsam yine bi müddet acayip rahatsız olucam. dengesizim, dengesizsin, dengesiziz.

bedel of esaretion

nerden aklıma geldiyse. ibrahimdeki cdlerin üzerinde yazıyodu bu isim. "shawshank redemption" denmek istenmiş. aklıma geldikçe gülerim hala.
!!!

arog

çok kötüydü. aradan sonrası özellikle berbattı. ne yaparsam satar mantalitesi olmuş biraz sanırım. anıra anıra, ağzımdan salyalar saçarak gülmek vardı gönlümde. olmadı, olamadı.

20081205

facebookta mahallenin delisini de buldum ya...

20081124

ah ulan, bayan şartı olmayacaktı ki!
noluyor anlamıyorum. anlık baş dönmeleri geliyo. anlık bi sarhoşluk yaşar gibi ama çok ani ve çok şiddetli. drac delta fonksiyonu adeta, integralle tanımlı. bazen güzel geliyo ama çakılcam kalcam bi yerlerde görecem integrali tanımı.

güvendiğim siborglar kısa devre yaptı

bugün sadece bi ara gözüm ilişti televizyonda terminator SCC'a; john, cameron'ı iki araba arasına sıkıştırmış kafasındaki çipi söküp sökmeme arasında ikircikleniyodu. cameron da "sadece test yaptım sana sakın sökme" felan diye yalvarıyodu, hatta sonunda "seni seviyorum" demeye başladı.

şu dünyada tek güvendiğim siborgtun cameron, neden yaptın? ben bu saatten sonra herhangi bi siborga güvenebilir miyim artık?


bu arada, birkaç hafta önce laboratuvarda octave kurmaya çalışırken, (kurma işleminin yarım saati geçmesinin ardından canım sıkılınca,) laboratuvarın ücra köşelerinde Davetsiz Misafir nam eski bilim kurgu dergileri buldum. içinde stanislaw lem'in, philip k. dick'in makaleleri, türk yazarların denemeleri vs vardı. oradan öğrendim siborg kelimesini. bu yazı da bi nevi 'cümle içinde kullanalım' yazısı oldu. dergilerin tarihi 2004-2005 civarı. laboratuvarda hiç kimse dergilerin kim tarafından bırakıldığını bilmiyor. gerçekten kaliteli bir dergi, okunası. "bi dergi olsa da her ay alıp zevkle okusam", diye çırpınan bünyeye ilaç olurdu belki ama sanırım artık çıkmıyor. Blogumun sevgili okurlarına armağanı, dergi yazarlarının aynı isimdeki blogu. Ancak galiba artık daha bi siyasi kimliğe bürünmüş oluşum. dergilerdeki tarz diil blogun tarzı. olsun, takip edilir mi? edilir.

20081123

"Çoksunuz lan… Gereğinden fazla manyak var…"
sıkılhan öflan

20081122

hamdolsun

kriz bize teğet girdi. enlemesine...

20081117

"I'm a bad dream that I just had today"
thick as a brick - jethro tull

20081114

ışınla beni sn kırca

3 boyutlu canlı yayın ediverdiler gözlerimin önünde. haber başlığı: başbakan bişeyler yapmış. sn. kırca sağına döndü birisine seslendi, ciyuv diye bi ses çıktı, bööle ışnlanma efekti gibi bişeyle bi kadın belirdi önünde, muhabbet etmeye başladılar, daha fazla dayanamayıp kaçtım oradan. bu ne lan?!

20081111

demesi...

okul bittiğinden beri görmediğim iki ortaokul arkadaşımın, facebook'ta benim hakkımda "görmeyeli marjinal olmuş" şeklinde konuşmaları...

demesi...

ben de V.Ö. ustaya istinaden "bi arkadaşın ... yapması", "... yaparken ... olması", "... olması, benim de ... demem" kalıplarındaki enstantane tabanlı yazılar yazıcam. çok özeniyodum vedat abimizden, az önce duyduğum yazılacak olay ile başlayayım dedim.

bir arkadaşın, abilerde ders çalışırken, "metin abi akıntı dergisi yok mu, ver de okuyak" demesi...

yaftalamadan canım, yaftalamadan güzelim, yavaş...


yaftalamadan düşünemiyorum deyince aklıma geldi, paylaşmadan olmazdı. bobiler.örg.

mustafa

televizyonda arada bir rastlıyorum, bir tartışmadır aldı yürüdü; mustafa filmi atatürk'ün zaaflarını ön plana çıkartıyormuş. birileri diyo ki, atatürk'ü sarhoş, yalnız vs. gösterip, gözümüzdeki değerini küçültmeye çalışıyorlar. savunanların argümanıysa, filmin atatürk'ü bizden biri gibi gösterip, insanların kendini ona daha yakın hissetmesini sağladığı yönünde. iki grup da birbirinden manyak bana sorarsanız. atatürk'ün insani zaafları olmadığını düşünen grup bi manyak, insanların atatürk'ün bu zaaflardan muaf olduğunu düşündüğünü zannedip, filmin insanların atatürk'e daha sıcak bakmasını sağlayacağını düşünen grup ayrı bi manyak.

ne var ki, görsel medyanın yardımıyla birilerinin imajını zedelemek çok kolay. filmi ben görmedim bilmiyorum ama, eğer ki bütün özelliklerinin ötesinde, içkiye düşkünlüğü gibi bir özelliğine çok daha fazla vurgu yapıyorsa, evet bence de bi art niyet vardır.

ama birileri atatürk'ü "sarhoştu" şeklinde yargılayıp küçümsemeye çalışıyorsa da, kendilerine umut sarıkaya'nın yukarıdaki karikatürüne istinaden bir yafta yapıştırmadan edemem. (evet yaftalayarak düşünüyorum, var mı bi itiraz?) kim ki "atatürk sarhoşun tekiydi" der, yukarıdaki "elleri kırılsın" diyen işgal gücünden farksızdır gözümde. hatta ve hatta çok daha sinsidir. kuyruk acısıyla yapıyordur ne yapıyorsa ve, aslında söylemeye gerek yok, gerekirse bir daha yer dayağı başka sarhoşlardan!!!

20081028

jelonek

keman, flüt, çello vs. bunların hepsi birer metal enstrümanıdır. aksini düşünen yoktur herhalde. güzel keman çalan biriyle daha karşılaştım not düşüle: Jelonek!

20081023

gravity... you heartless bitch!

Harika bi dizi bu. Hafta boyunca, takip etmesem de gününü ve saatini bildiğim iki dizi var: terminator ve the big bang theory. Bu hafta ayarladım herşeyi, birkaç dakika kalmıştı diziye, çat cnbc-e gitti yerine kanal d geldi. o seyyar anteni sokmadığım şekil kalmadı ama ııh. ben de küfredip kapadım televizyonu. sabahleyin açtığımda cnbc-e yine aynı yerdeydi. bana mı özel oldu bu anlamadım ama çok feci küfürler sarfettim.
ha bir de acayip yoğun çalışıyorum. dersler, ödevler, eski projeler, yeni projeler. dönem başı olduğundan mıdır nedir acayip de zevk alıyorum. yine bi yan blog yapıcam bu gidişle projelerle ilgili. ama bu sefer cidden devamı gelecek bu işin. kararlıyım.
kayıtlara geçsin: 2 boyutlu rüya gördüm. ben de 2 boyutluydum, robotlar vardı onlara ateş ediyodum. hatta bizim eski evin bodrumundaydım, arka bahçeden bodruma giren yerde konuşlanmış, duvarın dışından geçen robotları avlamaya çalışıyodum. yalnız uyandıktan bi müddet sonra aklıma geldi: 2 boyutlu rüyada derinlik bilgisini nasıl elde ettim? yoksa bunların hepsini sallıyo muyum? yok ya cidden gördüm!

20081007

kendisi iyiydi ama çevresi kötüydü...

yasemini böyle bir resimde taglenmiş görünce başımdan aşağı kaynar sular boşandı. bu kötü alışkanlıklar sahibi arkadaşımı burada kırmızı oklar kullanarak, bir nevi flash tv hassasiyetinde afişe etmekten muzdaribim ama bu kadar kötü bi arkadaş çevresinde, böylesine temiz böylesine pak kalabildiğim için o kadar mesudum ki...

edit: bi de en arkadaki sandalyeyi kapmış çakaaaaal...

klişe

nedense oturup tnt de doktorlu moktorlu, bööle kanlı, ameliyatlı vs. bi dizi izledim. hatta an itibariyle tekrarına rasgelince aklıma geldi de yazayım dedim. adamın birinin abisi kalp hastası, kalp nakli için organ beklerken üst üste gelen 2 kalbi başka hastalara nakletmişler. adam da sıyırmış, işte zenginlere güçlülere veriyosunuz o kalpleri diye veryansın ediyo. sonunda dayanamayıp silahla ameliyathaneyi basıp, kalbin abisine takılmasını istiyo. getiriyolar abisini, açıyolar göğsünü iki hasta yanyanayken doktor başlıyo anlatmaya, 'bu hastaya kalbi takmazsak hemen ölür ama abin daha bikaç ay dayanır. o esnada illa ki bi organ gelir ve ameliyat gerçekleşir...' adam da dayanamayıp kendini vuruyo kalbini alsınlar da abisini iyileştirsinler diye.

e ama bu acayip bi bencillik değil mi? bencilliğin daniskası (jargon için speşıl tenks to RTE). sen abinin ölmesi olasılığına dayanamayıp kendini öldür. e o adam da senin ölmemeni istemez mi? hatta o kalp hastası, mukadderat falan diye düşünüp kendisini hazırlamıştır ama bi uyancak ki kendisi için sapasağlam kardeşi kendini feda etmiş. ölmek mi zor yaşamak mı?

doktorun en baştan, o anki kalbi değişecek hastanın daha acil olduğunu cinnet geçiren abiye anlatmamasına; iki hastanın da göğsünün açılıp, ilk hastanın durumunun kritik seviyeye gelmesini beklemesine hiç değinmiycem.

20081003

new release

hayatımda o kadar çok değişiklik oldu ki şu son dönemde. bi yandan hayatıma girenler - çıkanlar. bi yandan okulla ilgili şeyler.

master bitti, doktora başladı. bi buçuk yıl sonra derslere girmeye başladım yeniden. detection & estimation theory dersine girdim ilk defa, sınıf ortamını özlemişim sanırım. cmpe den de computer vision alıyorum, ilk ders baya motive ediciydi. bi de bayesian methods & machine learning diye bi ders alıyorum. yeni bi hoca, ilk hafta henüz trye dönmediği için ders yoktu ama ilgi çekici bi derse benziyo. hoca basist, müzik işlemeyle ilgili baya bi çalışması var, bu minvalde bi de proje falan yaptırırsa derste bu dönem baya bi eğlenceli olacağa benzer.

resmen yeni bir yıla giriş yaptım. her yönüyle. sartre'ın akıl çağı romanı geçen seneki ruh halimi yansıtıyo gibi. mathieu misali ne yaptıımın farkında değildim. bıçağı elimin ayasına soksam hissetmezdim, o derece. kitabın bitişi beni etkilemişti, değişikliğe ihtiyaç duymuştum bişekilde. zaten sartre'ı ne zaman okusam etkileniyorum, garip bi büyüsü var.

"Bir hiç için bir sürü gürültü" diye düşündü. Hiç için: Bu yaşam ona bir hiç için bağışlanmıştı, kendisi hiçti ve buna karşın değişmeyecekti artık: O olmuştu, tamamlanmıştı. Ayakkabılarını çıkardı ve bir an, koltuğun kenarına oturmuş, elinde ayakkabısı, hareketsiz kaldı: Boğazında hala romun şekerli sıcağı duruyordu. Esnedi; günü sona ermişti; gençliğiyle de işi bitmişti. Denenmiş, tartılmış ahlak kapıları şimdiden, usul usul, gizlice ona yardım öneriyordu: Doğru yolu bulmuş bir epikürizm vardı, gülümseyen hoşgörü vardı, alınyazısı ve sorumluluk kavramları vardı, stoisizm vardı; kısası işini bilen bir keyif ehli ustalığıyla boşa yaşanmış bir yaşamın her an tadına bakmak için ne gerekiyorsa hepsi vardı. Ceketini çıkardı, kravatını çözmeye davrandı. Esneyerek, kendi kendine tekrarladı: "Gerçek bu, her şeye karşın gerçek; akıl çağına gelmişim ben." -Sartre, J. P., Akıl Çağı.

20080907

pıhhhh...

nette amaçsızca dolaşırken birden kendimi daniel glendlow ün (pain of salvation) istanbulla ilgili blog yazısını okurken buldum. işte yok dilenci görmüş yolda, yok dilencinin kucağındaki çocuk 10 yıl sonra kimbilir nerde olcakmış, yok istanbula mekdanıldslar yabancı duruyomuş falan derken konuyu taa istanbul trafiğinden tutup küresel ısınmaya bağlayıvermiş. sanatçı duygusallığı dicem ama o bile değil bu. buradan okunabilü. çok acayip. de beni bloga yazmaya sevkeden şey bu değil.

daniel, son ayreon albümünde boy göstermişti. bak şimdi, bunu da ayrı bi blog entrisi olarak planlıyodum ama yeri gelmişken içimi dökeyim. ekşide ayreon başlığına bakıldığında bi yerden sonra "ille de daniel" entrilerine rastlanıyo. ayreonla ilgili kim bişi yazdıysa, yeni albümde danieli görmek istediğini de ekleyivermiş. veeee 01011001 albümünde konuk olmuş daniel de. buradan arjenin ekşi okuduğunu çıkartabilir miyiz acep?

bu iki boş paragraftan çıkan iki bilgiyi toparlıyoruz şimdi: 1-daniel gilendlöv ü tanıyorum, blogunu bile okudum (ek bilgi ingilizce biliyorum). 2- daniel, ayreon albümünde yer aldı. Heh şimdi asıl bu yazının sebebine gelebiliriz. aha da aşağıdaki resim.

burda iki tane adam var. daniel ve arjen. delilikleri konusunda şüphe dahi duymuyorum. anormal adamlar. ha bi de ne var. darth vader maskesi. bir nesne ki bütün manyakların ortak noktası.

ha bir de, ekşide daniel başlığında bi peygamber-tanrı muhabbeti almış yürümüş. anlamadım. ramazan ramazan...

20080904

selam

istanbula giderken, elinde laptop çantası, yüzünde ciddi bi ifade ile bir anda belirerek "afedersiniz" nidasıyla kenara çekilmemi sağlayıp cam kenarına kurulan ve ardından aynı ciddiyetle art arda bilgisayarındaki pokemon bölümlerini izleyen ergene selamlarımı iletirim.

cemil

KURULARINDAN TOPLA CEMİİİİLLL!!... (brutal vokal)

yaktın beni cemil, otobüste rezil ettin cemil, satan tependen baksın cemil...

mutsuzluk-1

uzun süredir kullandığım sevgili kulaklığım bozuldu, gittim yenisini aldım bugün. bööle te kulağan içine girenlerden. ne güzel bi tek ben duyarım başka da kimse duymaz dedim. ama acayip rahatsız bişiymiş. çok mutsuzum şu an...

20080831

installing linux on a dead badger

"But nothing earns you geek points like installing Linux on a dead badger." buyrun buradan yakın, amazon'da da satılıyomuş kitap. $8.76.

ah yitip giden

neden böyle bişi yaptıysam, eski blogumu tek hamlede silmiştim. sanki bişey değişti. ne güzel arada bi okuyup nostalji yapıyodum kendimce. yok yani, öyle yazdığın şeyleri yakmak gibi bi havası da yok. tıklıyosun evet'e eminim'e çat siliniyo. sonra da kuş gibi bakıyosun bööle.


zamanında olsa şifremi max brod'a verir, ben ölünce sil derdim. kafka da ne anasının gözüymüş be hafız, niyetin ciddiyse çak kibriti yak arkadaşım. kime neyin havasını yapıyosun anlamadım ki. şekil yaptığın adam da max; bi milena olsa, bi dusana olsa anliycam da, hani dersin ola ki gider ayak... yurdum marjinal şairi basri özakıncı bile daha prensipli. şiirlerini yazdığı anda yakar, hiçbi edebiyat dergisine resim vermez.

acid trip

ntv'de "7 ages of rock" adında bi belgesel yayınlamaya başladılar geçtiğimiz hafta. sadece 3 bölümünü izleyebilmiş olmama rağman belli ki çok sağlam bi belgesel. aklıma gelense bill hicks.

"You see, I think drugs have done some good things for us. I really do. And if you don't believe drugs have done good things for us, do me a favour. Go home tonight. Take all your albums, all your tapes and all your CDs and burn them. 'Cause you know what, the musicians that made all that great music that's enhanced your lives throughout the years ... rrrrrrrrrrrrrrrrreal fucking high on drugs."

bi de LSD ile ilgili, tamamı burada anlatılan, bi araştırmanın ürünü olan şu yukardaki resimler var. çizmesi istenen şey ilk resimde ayık kafayla çizilmiş. ikinci resim 2 saat 45 dk sonra aynı modele bakarak çizdiği şey. 'I am... everything is... changed... they're calling... your face... interwoven... who is...' şeklinde bi yorum yapmış hatta çizerken bunu. everything is... something... happened...

dis iz aur paavıı =)


speşıl tenks tu yase tu meyk mi laf. =P vi ar guud firends =) yu nov! =)))

20080830

Saat beşe beş var.

Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes macerada,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

Topçu evvel mülazımı Hasan'ın
yaşı yirmi birdi.
Kumral başını gökyüzüne çevirdi,
kalktı ayağa.
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
Şimdi bir hamlede o kadar büyük,
öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hatırasını
ve yedi buçukluk bataryasını
ağlanacak kadar küçük buluyordu.

Yüzbaşı sordu:
-Saat kaç?
-Beş.
-Yarım saat sonra demek...

20080827

çılgınca blogging...

içimdeki bloglama aşkı bambaşka. bööle duyduğum herbi şarkı sözünü buraya yazmak, gördüğüm tüm ilginç videoları embed etmek falan istiyorum. hergün, başka başka yerlerde milyonlarca defa yazılmış şeyleri, hayatın anlamını içeriyormuşçasına buradan duyurmak istiyorum. her seferinde sadece burada yayınlandığını, benim parlak zekamın ürünleri olduğunu düşünmek; ya da en azından o anlamlı sözü ya da ilginç videoyu hayatın içinde farketmiş olduğumu buradan insanlara göstermek istiyorum. duyarlıyım ben, ayrıntıları yakalayabilen bi insanım, ayrıca kasınca yazı bile yazabiliyorum. şişmişim lan! oooof of.

aqualung

Ian Anderson'ın gözlerinde tam anlamıyla deli bakışları var. performansın sonuna doğru yaptığı, tek ayak üstünde durma işi de bu abimizle özdeşleşmiş bişey gibi. elinde flütü de olunca ian oluyo sana bi pan. sonra da ver elini neşe ver elini sefa... bu ian isminde zaten başka bi elektrik var. aaayın. gerçi aaayın maayın o da yaşlanmış be!

yaşanan yüzyılda hala yutüp yasaklıysa buradan sızmaca.

feeling like a dead duck!

nasıl bir ruh haliyse artık... hey gidi koca aqualung!

20080826

metafortozs


bugüne bugün 7.5 puan daha biriktirerek tarkan konserine gidebilecek bi insanım. tarkan kravatım da var. heil doritos!

neşat okey mi?

sabah ezanı öncesi ses kontrol niyetine mikrofona defalarca üfleyen saygıdeğer hocamıza gelsin....

neşat okey!

bunalti

ayreon ile giriş yaptık ve öyle görünüyo ki en azından ayreon sayesinde müzik tag'li baya bişi yazıcam. yanlış anlaşılmasın, kalkıp da "şu grubun şu şarkısında kulağımdaki kıllar diken diken oluyo" falan yazmiycam. en fazla, "şööle de bi albüm var, dinledim. siz de dinleyin. valla süper lan." der; olur da "yok lan güzel diilmiş" şeklinde bi yorumla karşılaşırsam, yolunuzu izinizi bulur, gelir kulaklığımın tekini kulağınıza takar, "bak ama şarkının burası çok güzel yaaa" derim. o da olmazsa gözümde bi damla yaşla hızla oradan uzaklaşırım.

neyse işte, varmak istediğim yer, blogun müzik-albüm-paylaşım-rapid-megaupload-blog hybrid formuna benzeşme olasılığı. şimdi kalkıp da buraya iki link koyar "müzik paylaşımı yapıyorum gençler" derdim de, altına yazıcaam "pass: bunalti.com" vs şeklindeki ufak notçukların, beni iyice rezil etmesinden korkarım. (emeğin emekçinin dostuyumdur, yeri gelir sırlarını dahi paylaşırım)

aha da benim konuma da konumuma da uyan sömürülesi site: bunalti.com

bunalti. sharing your pain. (arada sıkılır uzaklaşır sizden, meraklanmayın geri dönecektir. hep dönmüştür.)

bu arada yukarda geçen albüm-paylaşım-rapid vs. kısmı bloga haybeden bikaç kişi çeker mi acep? bikaç tane de sex-erotic-jenna jameson falan yazdım mıydı tamamdır. aha yazdım bile. ooh gelsin clickler. lan ad-sense işine de mi el atsam böle böle yavaştan?... jenna jameson.

the human equation

lucassen abimiz aslında 1995'te "The Final Experiment" albümüyle başladığı ayreon projesinde genel olarak fantastik kuntastik bi konsept oluşturmuş durumda. hatta ayreon da tamamen bu konseptin bağrından kopup gelmiş kör bir ozan. bütün albümler aynı konseptin birer parçası iken "the human equation - t.h.e." bu prensibi bozmasa da birazcık olayın dışında kalan bi yapıda. hatta sadece albümün sonunda gelen fokurtu ve bikaç robotik ses sayesinde anlaşılıyo asıl konsepte uygunluk.

t.h.e., her biri kaza geçirmiş bi adamın komada geçirdiği birer günü anlatan 20 şarkıdan - günden oluşmakta. elemanın en yakın arkadaşının ve karısının yatağı başındaki konuşmalarıyla açılan ve daha ilk saniyelerde özellikle "best friend" konusunda ağzı yanmış arkadaşları vuran albüm, kah komadaki abimizin içindeki çekişmelerle, kah eski günlerine döndüğü sahnelerle, kah yine yanıbaşındaki iki kişinin konuşmalarıyla devam etmekte. ama iç çekişme dediysek hafife alınmasın; abimizin öfke, gurur, mantık, aşk gibi parçaları bir bir dile gelmiş durumda ve abimiz öyle asil bir duygunun insanı ki bu duyguların her birini başka bi sıyrık vokal seslendirmiş. (yukardaki resimde mikael akerfeldt'in altında boşuna fear yazmıyo. james labrie de bizzat esas oğlan)

ha bi de spoiler: adamımız komadan çıkacak! Aaaah Caner ah!

ayreon

aslında bişiyler karalama ihtiyacını birebir hissettiren şey THE HUMAN EQUATION isimli o hasta ruhlu albüm oldu. benim bi yerlere bişeyler yazmış olmamın -hatta sadece boş boş konuşmamın- hiç kimse için bişey ifade etmediğini bilsem de, bu albümün ve albümün sahibi ARJEN LUCASSEN isimli delinin AYREON projesinin isminin internetin herhangi bi noktasında birkaç kez daha tekrarlanmış olmasının belki de bu aşamada dünya halklarına yapabileceğim en büyük iyilik olacağını düşündüm.

geçen hafta, sanırım pazar gecesi yüksek sadakat nam topluluğun bateristinin seyircilere doğru fırlattığı bagetin aynı hızla kendisine doğru uçuştuğu sıralarda , canerle sahilde oturmuş artık kimbilir neler hakkında tamamen boş konuşurken duydum ayreonu kendisinden. harddiskinde bulunan ve o ana kadar -belki de isminden dolayı- hiç şans vermemiş olduğu bi grubu dinleyip hayran olduğundan bahsetti caner ve o kutlu tamlamayı zikretti: The Human Equation. "komaya girmiş bi adamın gün be gün yaşadıklarını anlatıyo abi. sözlerini de dikkate alarak sırayla takip edersen çok daha güzel bi tadı var albümün." devam edilesi...

mübarek bir başlangıç...


uzun süreler boşladığım ve ardından bi yerlerden kaydının silinmesiyle beraber silinmesine karar vererek büyük haksızlık ettiğim ex-blogçuğum yaşasaydı da bu günleri görebilseydi keşke. eskiden "insanın bi şekilde bi yerlere bişeyleri kaydetmesi güzel" falan diye zırvalarken, o aptal silme işinin ardından bakıyorum ki bu "bi yerlere bişeyler kaydetme" olayı resmen bi alışkanlık olmuş. bu iyi mi yoksa kötü mü bilemedim ama tekrardan bi açılış yapayım dedim kendi çapımda. ilerde bi dükkan falan açarsam illa ki bi looney tunes karakteri çağırıcam açılışta dua etmek üzere ama şimdilik buna gücüm yetmiyo.